POPÜLER KÜLTÜRÜN DOLAŞIMA SOKULMASINDA TELEVİZYON DİZİLERİNİN ROLÜNÜN BAUDRİLLARD EKSENİNDE DEĞERLENDİRİLMESİ

Fatma Altınbaş Sarıgül,
Yard. Doç. Dr., TÜRKİYE, fatos.altinbas@gmail.com

Abstract

Evaluation of the Role of Television Series in Popular Culture’s Got into Circulation in the Line of Baudrillard
Popular culture was able to be dominant against elitist culture in twentieth century. Before the twentieth century, popular culture was prevented from presenting itself as an honourable culture to the society because of the reason that democracy and the other communication channels did not developed enough and also both government and all the communication channels that existed in that time were possessed by producers of the elitist culture.

Through the changing of political and economic conditions, for the approaches other than elitists’ way was cleared to become dominant. Likewise, it was possible for non-elite staff to gain importance in administration and the distribution of knowledge. The opinion of the mind’s being formed in an elitist way is honourable began to be inverted with the populist approach’s gaining strength.

Contemporaneous to gaining importance of popular culture in plastic arts, performing arts that are based on scenario like theatre, opera, ballet, which appealed to minorities, got off the monopolise of the elite minorities with the invention of cinema and television, massified swiftly and then became enabling to the access of public. Cinema and television moved that movement in the art to every aspect of the daily culture. Thus, popular culture did not remain limited to art, but evolved to a structure that penetrates each area of life.

Television series became one of the most important carriers in production and spreading of the popular culture. Television series are sending various images, opinions and perceptions, and creating various interactions in the behaviours of audience through its sendings, and establishing a system of guidance in our perception related to the external world. Perfect personalities that are built through scenarios, heroes, anti-heroes, living love stories are the products which are claimed to represent the life but actually exists beyond the real life. Therefore, there is a “hyper-reality” in these conditions.

In this post-industrial world, built-hyper-reality took place of the reproduction of the things in life and the audience. Umberto Eco, the inventor of this concept, defined hyper-reality in 1975 as “copied one took precedence over the real one”. However, Baudrillard determined the final form of that concept. He placed hyper-reality somewhere beyond the Eco and defined as “copied one replaced of the real one”. Hence, if there is hyper-realty, there is no reality.

According to Baudrillard, prior source of our knowledge and understanding about the world is no longer the truth but the signals that replaced it. There are no evidence to prove concretely the existing reality and there never will be. Henceforth, images are not different than the reality and what is more, images became in a state that reproduce the feeling of reality. The state, which Baudrillard called “simulakr”, is a condition that, with his terms, “not hiding the truth but hiding the lack of the truth”. Hyper-reality which was built through Simülakr abolishes the discussion of whether there is a reality behind or not, presents itself as a “reality” independent from any reality and made it accepted.

In a new world like this, television series are no longer imitating the reality or being the products which try to reproduce in a framework of fiction stories but became the products which are building a perception of reality in our minds to understand the world.

According to Baudrillard, our life guide becomes the CSI series in forensic events, soup opera in our relationships, suspense series in political developments. So, hyper-reality penetrates to our lives through tv series and replace our perception about the reality of our lives with itself. The false reached the capacity to produce the truth. Series in the postmodern world are like mythology in the pre-modern world. The difference is that mythologies are elitist culture producers and carriers while series are popular cultures. The first one affects directly a limited number of people while the second is affecting masses directly. The popular culture, which is the dominant culture of these days, is got into circulation to a large extend by television series.

Keywords: Popular Culture, Baudrillard, Television, Series, Postmodernism

Özet
Popüler kültür, elitist kültür karşısında ilk kez yirminci yüzyılda baskın konuma geçebilmiştir. Yirminci yüzyıl öncesinde demokrasinin ve iletişim kanallarının yeterince gelişmemiş olması ve hem iktidarın, hem de var olan tüm iletişim kanallarının elitist kültür üreticilerinin elinde bulunması, popüler kültürün kendisini topluma itibarlı bir kültür şeklinde sunmasını engellemiştir. 

Siyasi ve ekonomik şartların değişmesiyle elitist olmayan yaklaşımların baskın konum alabilmesinin yolu açılmıştır. Zira artık yönetimde ve bilginin dağıtımında elit olmayan kadroların ağırlık kazanmaları mümkün olmuştur.  Zihnin elitist biçimlenmesinin itibarlı olduğu kanısı, popülist yaklaşımın güç kazanmasıyla tersyüz edilmeye başlanmıştır.

Plastik sanatlarda popüler kültürün güç kazanmasına eş zamanlı olarak, elit azınlıklara hitap eden tiyatro, opera, bale gibi senaryoya dayalı sahne sanatları, önce sinemanın ardından televizyonun icadıyla birlikte elit azınlıkların tekelinden çıkmış, hızla kitleselleşmiş ve halkın erişimine olanak verir hale gelmiştir. Sinema ve televizyon ise sanattaki bu akımı giderek günlük kültürün her alanına taşımışlardır. Bu sayede popüler kültür sanatla sınırlı kalmamış, yaşamın her alanına nüfuz eden bir yapıya evrilmiştir.

Popüler kültürün üretilmesi ve yayılmasında en önemli taşıyıcılardan birisi televizyon dizileri olmuştur. Diziler, izleyicilerin zihinlerine çeşitli imajlar, görüşler ve algılar göndermekte ve bu gönderilenler aracılığıyla izleyicilerin davranış biçimlerinde çeşitli etkileşimler yaramakta, dış dünyaya ilişkin kavrayışımızda bir yönlendirmeler sistemi kurmaktadır. Senaryolar vasıtasıyla inşa edilmiş kusursuz kişilikler, kahramanlar, anti kahramanlar, yaşanılan aşk ilişkileri, gerçek yaşamı temsil ettiğini öne süren ancak gerçek yaşamın ötesinde varolan ürünlerdir. Yani bir “hipergerçeklik” söz konusudur.

Post-endüstriyel dünyada, yaşamda olup biteni yeniden üretmenin yerini, izleyiciyi inşa edilen hipergerçeklik aracılığıyla etkileme almıştır. Kavramın mucidi Umberto Eco 1975’te hipergerçekliği, “kopya olanın gerçek olanın önüne geçmesi” şekilde tanımlamıştır.  Ancak kavramın nihai halini Baudrillard belirleyecek ve hipergerçekliği Eco’nun da ötesinde bir konuma yerleştirerek, “kopyanın gerçek olanın yerine geçmesi” olarak tanımlayacaktır. Dolayısıyla hipergerçeklik varsa, gerçeklik yoktur.

Baudrillard’a göre artık dünyaya ilişkin bilgi ve anlayışımızın birincil kaynağı gerçekler değil, onun yerini almış işaretlerdir. Mevcut gerçekliği somut olarak ortaya koyacak kanıtlar yoktur ve asla da olmayacaktır. Bundan böyle imajlar gerçeklikten farklı değildir, dahası, imajlar gerçeklik duygusunu yeniden üretir hale gelmişlerdir. Baudrillard’ın “simülakr” adını verdiği bu durum, onun deyimiyle “hakikati gizleyen değil, hakikatin yokluğunu gizleyen” bir durumdur. Simülakr aracılığıyla inşa edilen hipergerçeklik, arkada herhangi bir gerçekliğin bulunup bulunmadığı tartışmasını ortadan kaldırmakta, kendisini herhangi bir gerçeklikten bağımsız olarak bir “gerçeklik” şeklinde sunmakta ve kabul ettirmektedir.

Böylesi bir yeni dünyada, artık televizyon dizileri gerçekliği taklit eden, onu yeniden kurmaca öyküler çerçevesinde üretmeye çabalayan ürünlerden çıkarak, dünyayı algılamak için zihinlerimizdeki gerçeklik algısını inşa eden ürünlere dönüşmüşlerdir. Dizileri yaşamımızdaki algılarımıza göre değil, yaşamımızı dizilerdeki algılarımıza göre yönetmek söz konusudur.

Baudrillard’a göre yaşam rehberimiz adli olaylarda CSI dizileri, romantik ilişkilerimizde, romantik komedi dizileri, siyasi gelişmelerde komplo dizilerine dönüşmüş durumdadır. Yani hipergerçeklik, televizyon dizileri aracılığıyla hayatımıza girmekte ve kendi yaşamımızın gerçekliğine ilişkin algılarımızı, kendisiyle değiştirmektedir. Sahte, gerçeği üretebilme kapasitesine kavuşmuştur. Pre-modern dünyada mitoloji neyse, postmodern dünyada da diziler odur. Fark, mitolojilerin elitist, dizilerin popüler kültür üreticisi ve taşıyıcısı olmalarıdır. İlki yalnızca sınırlı sayıdaki insanı doğrudan etkilerken, ikincisi kitleleri doğrudan etkilemektedir. Günümüzün baskın kültürü olan popüler kültür büyük oranda televizyon dizileri tarafından dolaşıma sokulmaktadır.

Anahtar Kelimeler: Popüler Kültür, Baudrillard, Televizyon, Diziler, Postmodernizm.



FULL TEXT PDF

CITATION: Abstracts & Proceedings of INTCESS 2017 - 4th International Conference on Education and Social Sciences, 6-8 February 2017- Istanbul, Turkey

ISBN: 978-605-64453-9-2